Bu yazıyı okumaya başlamadan The Offspring – Genocide’ı dinlemenizi rica ediyorum.
Rancid, Pennywise, Weezer ve Green Day, ve Green Day. Bu grupların doğusuna bazıları punk rock’ın ana akıma girmesi diyor, bazıları power-pop melodilerinden oluşan bir konfeti olduğunu iddia ediyor. Bazıları temiz ve düz vokalleri olan ve gitarları patlatan pop punk diyor. Green Day şöhret basamaklarını tırmanmasına vesile olan Dookie albümünü çıkarmaya karar verene kadar pop punk albümleri yalnızca bağımsız şirketler tarafından yapılırdı. Bu albüm 1994’te piyasaya sürülmesinden 2 yıl sonra, dünya çapında 20 milyon kopya satmıştı. En sevdiğim albümlerden biri olan The Offspring’in Smash’ı ile birlikte, rock müzikteki baskın melodiyi belirleyen albüm oldu. 90’ların sonlarına doğru Nimrod ve Americana albümleriyle pop punk zirveye çıktı. Glam ve serseri görünümlü, daha rahat ama eşit derecede enerjik Blink 182 çocukları, Good Charlotte ve Sum 41 yeni milenyumda pop punk yarışına katılan gruplar oldu. Dönemin kişisel favorilerimden biri ise Fall Out Boy. “Champagne […]” parçasını kesinlikle ve kesinlikle dinleyin. (lütfen bana güvenin, şarkıya başlayın ve albümün devamı akıp gitsin. Albümün adını yazmamaya niyetliydim, “From Under the Cork Tree” albüm adını yazmaya üşenirim genelde, neyse yazmış bulundum artık)
Ve İndie Müzik doğuyor
80’lerde alternatif rock’ın doğması ile indie müziğin çıkışı da çakıştı ve o dönemde indie rock ve post-punk genelde birbirinin yerine kullanılmaya başlandı. İndie rock, ikinci yeni dalgadan post-punk’a dönüşerek gitgide ana akıma yaklaştı. İkinci dalgadan oldukça uzaklaştı. Ana akımın dikte ettikleriyle daha az ilgisi olan lo-fi tavrı, indie rock sanatçıları etkili bir şekilde özgürleştiren bağımsız plak şirketleri aracılığıyla üretildi. Bu tutumun indie rock’ı sanatsal açıdan daha hoş hale getirdiğini iddia edenler de var. Ben pek katılmıyorum. Bu iddiayı ortaya atan metalcilerdir. (şaka). İndie rock ayrıca, Riot grrrl gibi görece daha yüksek oranda kadın sanatçı içeren grupların ortaya çıkmasına da sebep oldu. Beck, Pavement, Belle and Sebastian ve Arcade Fire, indie rock’ın bu özel döneminde akla gelen ilk isimlerden bazıları.
Rock türünün türün farklı yönlerini deneyen gruplar da vardı. Jane’s Addiction, Soundgarden, Nine Inch Nails, Pantera, Sepultura ve Faith No More rock’a farklı bir yerden yaklaşmaya başladı ve kendi öğelerini müziğe katarak keşfedilmemiş suların haritasını çıkarmaya baş koydu. Normal şartlar altında kedi köpek gibi dövüşen iki janra olan rock ve hip hop bu dönemde bazı işbirlikleri içine girdi, hatta bu yakınlaşmaların kökeni 80’lere kadar uzanıyor diyebiliriz.
Red Hot Chili Peppers ve diğerleri
1990 yılı, Faith No More’un Epic isimli teklisinin ana akıma girip bu janrayı kitlelere tanıtmasına şahit oldu. Bu patlama ile birlikte, sonunda yazının en sevdiğim kısmına geldik, ölümüne hayran olduğum Red Hot Chili Peppers rock sahnesine çıktı. Faith No More’un üstü çıplak ancak ayağı çoraplı erkekleri meşhur etti. Dönemin öne çıkan bir başka grubu ise sözleri ve müziğiyle keskin politik görüş sergileyen Rage Against the Machine idi.
Rock müzikte başlayan metalik ses çeşitliliği nu metal’in önünü açtı – Limp Bizkit, Korn ve Slipknot bu yıllarda ün kazandı, MTV’de göründü, nu metal kimileri için utanç verici olsa da bu janra müzik dünyasının zirvesindeyken ana akımı domine etti ve müzikseverler tarafından yoğun bir şekilde tüketildi. Linkin Park (Chester’ı saygıyla anıyoruz), Disturbed, Papa Roach’un rock sahnesine sunduğu katkı oldukça büyük.
Bir sonraki yazıda, rock müziğinin mütevazı geçmişinden kesitler sunmaya devam edeceğim.
Müzikle kalın!
Anıl Uzun