“Müzik yazıları” serisine fizikle başlamam biraz kafa karıştırıcı oldu, kabul ediyorum. Ancak konunun özüne, en en en özüne inmek istedim. Ancak merak etmeyin bu yazımda yine akışa bağlı kalacağım ancak müzik denen büyüleyici ritmin ardındaki fiziği açıklamadan edemeyecektim.
Müzikoloji okumaktaki amacım bu kadar sevdiğim bir şeyi her yönüyle anlamaya çalışmak istememdi. Mezun olduğumda beynim allak bullak olsa da, iyi ki okumuşum diyorum. Müzikoloji okuduktan sonra müziğe bakışım çok değişti, kuantum fiziği okumuş kadar kafam karıştı diyerek yazının girişini yuvarlanıyorum. Bu arada yuvarlama da fiziğin konusu: D
Rock and Roll’un babası
Chuck Berry ile başlayan bu macera müzik tarihinde bir heyelana sebep oldu diyebiliriz. Bu deha sebepsiz yere “Rock and Roll’un Babası” adını almadı. 1926 doğumlu efsane, çeşitli blues türlerinin mucidi olan T-Bone Walker’ın büyük bir hayranıydı. Onun öğrencisi olarak yetişti ve ritim ve blues öğelerini şovmenlikle birleştirerek gitarla rafine etti ve tüm dünyaya yaydı. Etkisi de yıllarca sürdü. Yeni nesillere sirayet etti.
Rock müziği, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki köklerini, Chuck Berry’nin adımlarını takip eden R&B, blues ve country müziğinden ilham alarak bulur. Charles Edward Anderson Berry elektro gitarı ve dikkat çekici sözlü şarkı sözleriyle kitleleri kolayca ele geçirdi. Sahne şovları ile de gençleri peşinde sürükledi. Chuck Berry’nin başlattığı bu akım, 50’lerin başında kendi ritmini buldu. Rockabilly, yani erken dönem rock and roll tarzı, punk rock’ı etkileyecek kadar ileri gidecekti. Chuck Berry’nin müziğe olan katkısının zincirleme bir sonucu olarak progresif rock, glam rock ve heavy metal gibi yeni stiller ortaya çıkacaktı.
Chuck Berry’nin tutuşturduğu bir yangın büyüdü ve orman yangınına döndü. Bugün aklınıza gelen bütün janraları ve en önemli müzisyenleri etkiledi. Chuck Berry’nin açtığı yolu takip eden Elvis Presley, The Who, Rolling Stones, Bob Dylan, Led Zeppelin, Janis Joplin, The Beatles folk rock’ın hakim olduğu bu dönemde patladı.
İngiliz İstilası
Rock and roll’un merkezinde ezici bir İngiliz İstilası gerçekleştiren The Kinks, The Beatles, the Who ve Rolling Stones seviyorum diyen bu yazıyı bıraksın gitsin. Gereksiz yükseldim afedersiniz ama kim proto-punk “You Really Got Me” yi sevemez veya “I Wanna Hold Your Hand” in yaşadığı patlamayı göz ardı edebilir. 1964’te bir TV şovu için 73 milyon izleyici mi toplayan The Beatles’ı küçümseyeni Allah çarpar. Kitleleri nasıl sarstığını görmek için lütfen açın “Here Comes the Sun’ı izleyin lütfen..
2.Dünya Savaşı sonrası çocuklar, soğuk savaş döneminin canlı gerginliği altında olgunlaştıkça, birçok rock türü bir araya gelerek 60’ların sonundaki hippi sahnesinin zeitgeisti olan psychedelic rock’ı ortaya çıkardı. Pink Floyd, The Grateful Dead, Jefferson Airplane ve unutulmaz Jimi Hendrix. Müzik gelişir ve değişirken The Beatles, The Doors, The Rolling Stones grupları da psychedelia akımını kaçırmadan ellerinden gelen katkıları sundular ve bu akımın dünyaca popülerleşmesinde büyük rol oynadılar. Progressive rock, deneysel ve sanat ağırlıklı üslubuyla dönemin rock müzisyenleri tarafından cesaretlendirildiği için müzik devrimi evrim en hızlı evresine geçti. Moody Blues, albümlerinde tam bir orkestra ile işbirliği yapacak kadar cesurdu; King Crimson’ın ilk albümü ve Pink Floyd’un Syd Barrett sonrası dönemi progresif rock’ın kilometre taşları oldu.
Şimdilik sözlerime nokta koyuyorum ve bir sonraki yazıda müzik tarihi hakkında bilgi vermeye devam etmek için hazırlanmaya başlıyorum
Ders bitti çouklar!
Sevgiler
Anıl UZUN