Seksenli yıllara geldiğimizde rock müzik artık dünyanın dört bir yanındaki insanlara kükrüyordu ve ticarileştirilmesi kaçınılmazdı. Artık gruplar radyolarda ardarda çalınan hitler çıkarıyor ve stadyumlarda konser verirken seyircinin hep bir ağızdan eşlik edebileceği kadar akılda kalıcı müzikler üretmeye odaklanıyorlardı. Bazıları için aşağılayıcı bir terim olan “arena rock” artık belirleyici bir tür haline gelmişti. Led Zeppelin, Deep Purple, AC/DC, Aerosmith ve Van Halen’in hard rockçılar ile Kiss ve Alice Cooper gibi heavy metal in kralları insalrı sürüler halinde festival ve konserlere çekiyordu. Saykodelik rock parçalarının uzunluğundan sıkılan Bob Dylan, Creedence Clearwater Revival, the Eagles, Allmann Brothers Band ve Lynyrd Skynyrd, müziği köklerine, dolayısıyla da gitar rock’a geri döndürmek için çıplak enstürmanlı şarkılara yöneldi. Toplumsal konular hakkında bilinçli ve son derece eleştirel, çoğunlukla savaş karşıtı olan rock marşları doğdu. İsyankar rock türünün doğuşu bu döneme denk geliyor.
Ve David Bowie geliyor…
Yine bir başka İngiliz icadı, yani icat demek ne kadar doğru bilmiyorum ancak David Bowie bence insan üstü bir tür, o sebeple icat diyebilirim, evet İngiliz icadı David Bowie’nin Lou Reed, İggy Pop gibi sanatçıları etkilemek için Atlantik boyunca verdiği konserlerde şovmenliği ile sahneye çıktı; bu şok dalgası ise Rod Stewart, Elton John ve Queen tarafından türlerin karışımı ile benimsendi. David Bowie’nin teatral şovları ve cinsiyetsiz temsilleri müzikte bir devrime yol açtı. Bu dönemde türlerin farklılaşması, türler içindeki vurgunun kaydığı yöne göre bazı sanatçıların bir araya gelerek üretim yapmasına yol açtı – bu birlikteliklerde akustik kalite veya daha yüksek bir elektro gitar kullanımı öne çıktı. Bir anda daha yumuşak bir sound’a yönelen Cat Stevens, Billy Joel ve Fleetwood Mac gibi gruplar doğdu, ölçeğin diğer tarafında ise ağır The Kins, Queen, Aerosmith, AC/DC ve Van Halen kulakların pasını alıyordu. Daha da ileri götürürsek, Steppenwolf’un “Born to Be Wild”ı ile bu janraya artık “heavy metal” demenin zamanı gelmişti. Rock müzikteki yoğunluk yine yükselme dönemine girmişti ve bu dönemin öne çıkanları Deep Purple, Led Zeppelin, Black Sabbath, Judas Priest, Motörhead, Rainbow, Kiss, Blue Öyster Cult, Rush, ve Scorpions oldu. Bu gruplar heavy metal otoyolunun motosikletlerini tam gaz sürdü.
Punk Rock <3
Yazarken en keyif aldığım bölüm bu kısım; punk rock patlaması tabii ki. On yıldan daha uzun bir süre önce garaj rock’ta kök salmış olan rock’ın asi çocuklarının açık, agresif ve basit formülü, politikadan rock gruplarına, dönemin yerleşik, ahlaki veya normal olduğu düşünülen her normuna orta parmağını gösterdi. Bu çocuklar resmen bir şeyleri kışkırtmak için sahneye çıkıyordu. Ramones, The Clash, Sex Pistols ve Patti Smith, hiçbir zaman radyo kanallarının favorisi olamadılar ancak punk rock’ın lokomotifini sürdüler, bu nedenle onları ana akıma sokma görevini plak şirketleri üstlendi. Knack, Blondie, the Police, Talking Heads gibi punk rock’tan etkilenmiş New Wave müzisyenleri ticari sularda kendi yollarını buldular, şöhret ve paranın tadını çıkardılar.
Alternatif rock’ın selefi post-punklar rockın sanatsal tarafını tercih ettiler. Siouxsie and the Banshees, Joy Division, Bauhaus, the Cure, Echo and the Bunnymen’in yaktığı meşaleyi alıp ana akıma taşıyan U2 bu janraya hoş bir görünüm verdi ve meşaledeki aleve biraz daha büyüleyici bir renk kattı.
Bir sonraki yazımı yazmak için sabırsızlanıyorum, siz de okumaktan en az benim kadar zevk alırsınız.
Müzikle kalın!
Anıl Uzun